Tipik şehirlerin kaosundan sıyrılıp, bambaşka bir şehir anlayışıyla tanışmak için Zürih’i selamlıyoruz…
Bir şehrin yaşanabilir olması ne anlama geliyor? Yaşamak için uygun koşullar; iyi bir mimari, ulaşılabilir toplu taşıma hizmetleri, yeterli altyapı düzenlemeleri, erişilebilirlik ve düzen mi demek? Bu yaşanabilirlik kavramı, sanatsal faaliyetin her türünü ve insan doğasının bir parçası olan “sosyal” olanakları da içeriyor mu? Yoksa şehrin sokaklarında dolaşırken özgür hissetmek ve yaşamdan endişe duymamak mı? Ya da yaşanabilir olması için tüm bunları içermesi mi gerekiyor? Fazla mı lüks? Evet, belki biraz abarttım (!)
Ama yine de “orada, tam da böyle bir şehir var uzakta…” Tüm bu sorulara cevap niteliğinde bir şehir… Öylesine sakin, öylesine düzenli, hem doğaya hem insana saygılı ve olabildiğince uyumlu. Akla ilk gelen Nordik memleketler oluyor, biliyorum; ama şehrin sakinliğinde boğulmak sadece Nordik memleketlere özgü değil. Bunu Zürih’in sokaklarının kulakları sağır eden sessizliğinde deneyimliyorum. Ama sorun değil, bu kadarına tahammül edebilirim (!)
Okuyanlar bilir; Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı: Mustafa İnan isimli kitabı, Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayatını konu alır. Eminim ki bu romanı okuyan herkesin “bir bilim insanı nasıl olmalı?” sorusuna cevabı Mustafa İnan’dır… Mustafa İnan’ın Adana’dan İstanbul Teknik Üniversitesi’ne (İTÜ) uzanan yolculuğu, Zürih’te Eidgenössische Technische Hochschule (ETH) Zürich’te devam ediyor.
Roman, klasik başarı öykülerinde olduğu gibi, Adana’dan çıkmış küçük Mustafa’nın azmi ve çalışkanlığıyla tırmandığı başarı basamakları üzerine kurgulanmamış. Gerçek bir yaşamın her ânını dolu dolu yaşayan, yaşamaktan hiç kopmayan birinin hayatın her alanındaki heyecanına tanık olunuyor kitapta: Shakespeare seyreden, arkadaşına Hamlet hediye eden, şiire ilgili, rakı içen, sinemaya giden, dolu dizgin bir aşk yaşayan bir bilim insanı…
İnsan olmanın yaşamakla ilgili bağını hiç kaybetmeden Türkiye’nin en önemli bilim insanlarının arasında yer alan Mustafa İnan’ın anılarıyla dolu ETH, alışılagelmiş üniversite görüntüsünden çok uzak, adeta bir sanat galerisi. Kapıdan girdiğiniz anda sizi karşılayan heykeller ve katlardaki sütunlar, bir üniversite binasının aynı zamanda bir mimari estetik harikası olabileceğinin kanıtı. Bahçesinden muazzam bir Zürih panoraması sunması da üniversitenin şehre uyumunun göstergesi. Adeta Zürih’in tüm doğallığı ve zarafetinin simgesi bir yapı…
Üniversitenin, dünyanın sayılı teknik üniversitelerinden biri olması ve en önemli isimleri yetiştirmiş olmasının yanında, Einstein’ın buradan kovulmuş olmasını da hatırlayarak, bir üniversitenin değerinin yalnızca başarı hikâyelerinden değil, aynı zamanda sisteme sığmayan zihinlerden de beslendiği gerçeği önünde saygıyla eğiliyorum 🙂
Başladığım yere geri dönersem: “Yaşanabilir şehir neresidir?” sorusuna gönül rahatlığıyla “Zürih” cevabını verebilirim. Doğayı bozmadan, doğalı mimarinin estetik anlayışıyla buluşturmayı başarmış ve şehirlerin tipik kaosundan uzak kalmak için elinden geleni yapmış… Zürih bana gösterdi ki yaşanabilirlik sadece düzen ya da estetikten ibaret değil; insana nefes aldıran bir uyumun ta kendisi.












Bir yanıt yazın